Belgariad - David Eddings

Belgariad - David Eddings

İsim: Belgariad
Yazar: David Eddings
Yayınlanma Tarihi: 1982
Serideki Kitap Sayısı: 5

“Bir gün Tanrı Aldur bir çocuk kalbi büyüklüğünde, küre şeklinde bir taş aldı ve yaşayan bir ruh haline getirene kadar elinde evirip çevirdi. İnsanların Aldur Taşı dedikleri bu canlı mücevherin gücü çok büyüktü ve Aldur onlunla mucizeler yarattı.”

GorionFeldor’un Çiftliği’nde teyzesi Pol ile yaşayan ufak bir çocuktur. Bu mutlu çiftlikte kendisi günlerinin çoğunu teyzesinin ayak işlerini yapmakla, geri kalanını ise yaşıtları ile oyun oynamakla geçirir. Teyzesinin Yaşlı Kurt dediği arada bir çiftliğe uğrayan yaşlı yaramaz bir hikâyecinin uğramasıyla Gorion keyiflenir, türlü hikâyeler dinler. Ama bir gün, batıdan gelen bir haber neticesinde her şey değişecektir…

Garion üç bin yıldır Büyücü Polgara tarafından korunan bir soyun son ferdidir. Uzun yıllardır Riva’da korunan Aldur Taşı’na yanmadan dokunabilecek ve gücünü kullanabilecek yegâne kişi olan Garion taşın gücünü kullanarak, yeniden uyanmaya başlayan Tanrı Torak ile yüzleşmeye, Karanlığın Çocuğu Tanrı Torak’a karşı Aydınlığın Çocuğu olarak çarpışarak uzun zamandır tekerrür eden çekişmeye son vermeye yazgılıdır.


Merhum David Eddings’in beş kitaplık serisi Belgariad’ın konusu aşağı yukarı yukarıdaki gibi. Temel olarak bir seçilmiş kişi kurgusu var karşımızda. Bu açıdan çok da farklı sayılmaz. Seride yer alan kitaplar şu şekilde;

  1. Kehanetin Oyuncağı
  2. Büyücüler Kraliçesi
  3. Sihirbazın Tuzağı
  4. Büyülü Şato
  5. Efsuncunun Son Oyunu

Seriyi Metis Yayınevi‘nin bastığını ve çevirisini ise Bülent Somay‘ın yaptığını belirtmeden geçmek istemiyorum. Kendisi oldukça iyi bir iş çıkarmış. Kitaplar kutulu beşli set hâlinde satılıyor. Basımları oldukça güzel, benim elimdeki kitapların tutkallarında sıkıntı vardı ancak konuştuğum diğer kişilerde bu gözlenmemiş, şansınıza iyi tutkallısı çıkar diyelim ^^

Belgariad’ı benim gözümde diğer mihvallerinden ayıran şey kurgusu değil. Zira zaten kurgunun nerelere gideceği, en fazla neler olabileceği, kehanetlerin yalınlığı ve karakterlerin kehanetlerdeki lakapları vesaire oldukça açık şekilde işlenmiş durumda, çokça epik fantazya tüketmiş bir okurun olacakları öngörmesi çok da zor değil.

Benim için Belgariad’ı bu kadar kıymetli kılan şey barındırdığı karakterler ve onların birbirleri ile aralarında geçen diyaloglar, hissiyatlar. Garion ve Pol Teyzesi arasındaki ilişki, o anaçlık, o koruma ve kollama duygusu oldukça gerçekçi. Gerçek hayatta ebeveynlerde görebileceğimiz kollama ve kısıtlama dürtüsü, her ne kadar koca bir Tanrı ile yüzleşmesi gerekecek bir oğlan çocuğu olsa dahi, karakterlerin üzerinde görülebiliyor.

Her ne kadar çoğu okur tarafından “Yahu Garion tam bir şeyler yapacak, çocuğa izin vermiyorlar.” mihvalinde eleştiriler gelse de, evren açısından çok tutarlı bir durum bu. Zira daha 12-13 yaşındaki bir çocuğun altı yedi bin yıldır yaşamış bir büyücünün yapmaya kadir olduğu şeyleri anlamadan yapması pek mümkün değil. Her ne kadar bir okur olarak ana karakterin belli noktalarda patlama yaparak günü kurtarmasını bekliyor olsak da, daha toy bir çocuk olan Garion’un çoğu yerde geri plana atılması, yapılacak işlerin kanımca güzel bir şekilde çeşitli meziyetleri olan yan karakterler tarafından yapılması epey hoşuma gidiyor.

Ayrıca Garion’un bir ergenlik karmaşası yaşaması, Pol Teyzesinin aslında sandığı gibi öz teyzesi olmayışı, annesinin ve babasının o daha bebekken öldürülmüş oluşunu öğrenmesi onu bu hayatta aslında tek başına olduğunu düşünmesine yol açıyor. Sık sık hareketlerini kısıtlayan ve yaptığı fevri davranışları eleştiren teyzesine yer yer bu duygu karmaşasının içerisinde patladığı oluyor. İşte tam olarak da bu kısımlar beni bu seriye bağlıyor. Zira buradaki o sevgi, nefret, öfke duyguları, aile içi ilişkiler öylesine gerçek ki! Kimi zaman içiniz sevgiden sımsıcak kesiliyor. Kimi zaman bu duygu seli karşısında dayanamıyor ve baraj kapakçıkları gözlerinizden açılıveriyor. Çoğu kitapta es geçilen bu aile kavramı benim nazarımda oldukça iyi işlenmiş.

Ayrıca karakterler arasındaki konuşmalar enfes. Bol bol diyaloğun olduğu bu seride çeşitli milliyetlerin adetlerinden kaynaklanan atışmaların ve meydana gelen garip durumların ilginçliği sizi bağlıyor.

Evrende çokça tanrı var ve her tanrının bir kavmi var. Bu kavimler belli başlı tanrılara tapıyorlar. Başlangıçta epey potansiyeli olan bu teolojik güruhun büyük kısmı es geçiliyor ve belli başlı olanların üzerinde duruluyor. Yine de bize aktarılanların oldukça ilginç arka planlara sahip olduğunu söyleyebilirim.

Beğenmediğim hususlardan birisi, dünyadaki milletlerin belli başlı özelliklerinin kültürden ziyade daha kalıtsal özelliklerle ilgili olması. Misal Thull adlı bir milletin hepsinin aptal olması gibi, inandırıcılıktan uzak ve pek de hoş olmayan bir durum söz konusu.

Yan karakterlere en az ana karakterler kadar iş düşmesi ve seride oldukça önemli roller barındırmaları da en sevdiğim yönlerinden.

Zira kanımca böylesi uzun soluklu bir seriyi tek bir ana karakterin sırtlaması zor. David Eddings de bu tongaya düşmeyip bizleri çok kıyak karakterlerle tanıştırıyor. Hanisin Beldin!

Hikâye hakkında çok fazla detaya girmek istemiyorum ama epik fantezi türüne yeni girecekler için kurgunun oldukça yeterli olduğunu, bu alanda çokça ürün tüketmiş kişiler için ise konuşmaların ve karakterlerin işleri onlar için ziyadesiyle keyifli kılacağını söyleyeyim.